17 Mayıs 2009 Pazar

Kalbimi kırma, bir gün duracak nasılsa.

Hani yeni yıl ile beraber insanlar bazı kararlar alırlar. Gazetelerde, dergilerde dosya haberler yapılır, yeni yılda şunları yapın, şöyle olun böyle olun bıdı bıdı diye. İnsanın başına ne zaman ne geleceği belli olmuyor işte, ben de bunları yıl ortasında farkettim. Birkaç zamandır teflon tava gibiyim. Hiç birşey bana yapışmıyor. Down triplere girip kendimi harap etmiyorum. Bu durumumdan şikayet ettiğim de olmadı. Ben artık hiç bişey hissetmiyor muyum acaba, hissetme özürlü mü oldum diye de dönüp bakmadım açıkçası. Çünkü özellikle annemin yanıma son gelişinden sonra hayatta sağlıktan ve ölümden başka çok da fazla mutsuz olacak kadar önem taşıyan herhangi birşey göremiyorum. Yakın bir arkadaşımla konuştukça bu olguyu daha da sağlamlaştırıyorum. Diyor ki bana: "Hayatımız boyunca hep mutlu olmak için yaşamıyor muyuz? Yegane isteğimiz mutlu olmak değil mi? O zaman neden kendimizi bad triplere sokuyoruz?" Bilmiş bilmiş cevap veriyorum: "Hayalkırıklığı yaşıyoruz çünkü" diye. Demek ki beklentimiz var ki hayalkırıklığı yaşıyoruz. E neden o zaman beklenti içine girioruz ki? Kim bize beklentin olsun diyor? Yaptığımız herşeye sıfırdan başlıyorsak eğer bu beklenti ne diye? Olursa sevinirsin, olmazsa eğer beklenti içine girmediğin için çökmemiş olursun. Ayrıca beklenti içine girmek gibi bir hakkımız da yok. Ne olacaksa o oluyor sonunda çünkü. Senin için "sen olmazsa olmazsın" diyen insan şimdi seni görmüyor mu? Sen de oturup ağlıyorsun, üzülüyorsun. Eeee? O sana öyle dedi diye sen gerçekten de "olmazsa olmaz" mısın yani? Kim sana onun gitmeyeceğinin güvencesini vermiş? Sen başkasına gitmeyeceğinin güvencesini verebiliyor musun? Anlık söylenen şeylere ne çabuk kanıyor, ne çabuk mutlu oluyorsun.. Bu da hayalkırıklığı işte. Beklenti varsa daha çok hayalkırıklığı olur. Hayatına bakmak lazım, ne takdir beklemek hayati önem taşıyor ne de yaptığın şey görülmesini beklemek.

Özellikle son zamanlarda böyle hissetmemin bir nedeni daha var. Mutsuz hissettiğim zamanlar içten içe "neden mutsuzum?" diye soruyorum. Mutsuz olduğumu hissettiğim anda, o mutsuzluğu kendimi harap ederek dibine kadar yaşamaktansa "nasıl bunu düzeltebilirim"i aramaya başladım. Eğer mutsuzluğuma karşılık içimden gelen cevap "keşke şu olmasaydı" gibi "keşke" içeren bir cevapsa, şunu biliorum ki, "keşke" diyecek birşey yok aslında. Çünkü o zamana tekrar geri dönsem, tekrar elimde aynı şartlar olsa, ben tekrar aynı yapıda ve aynı kişi olacağım için yine izlediğim yolu seçecektim zaten. E o zaman "keşke" dememin ne anlamı var ki?

Mutsuzluğumu sorguladığım zaman içimden gelen cevap uzun zamandır hayatımda birinin olmaması ise, birden bir soru daha beliriyor. "Neden ben birine ihtiyaç duyuyorum?" Cevap: "Hayatı paylaşmak için, birinin sevgisine sığınmak için, sarılmak için vs vs.." O zaman ben yalnızlık korkusu içinde mi oluyorum? E zaten doğduğum andan beri yalnızım. Ben bir bireyim ve birey temelinde tek kişidir, yalnızdır. Güvende olma ihtiyacımı bir insanla mı kapatıcam? Tamam sarılmak vs. bunlar çok güzel paylaşımlar ama bunları hep dışarıdan görmüyor muyuz? Biri hayatına giriyor, birlikte çok güzel şeyler yaşıyorsun sonra bitiyor ve kendini harap ediyorsun. Neden? Bir daha o güzellikleri o insanla yaşayamıcağın için. Bir daha elele onunla yürüyemeyeceğin, beraber uyuyamayacağın için. Yani temelinde "yalnız kaldığın" ve yine sıfırdan başlayacağın için. Uzun zamandır o kadar alışmışsın ki herşeyi onunla yapmaya, o gittiğinde yönünü arayan devreleri bozulmuş robotlar gibi kalıyorsun. E gitmek istiyorsa, yalnız kalmak istiyorsa, ya da başkasını istiyorsa neden ben "yalnız kaldım" diye mutsuzluğa düşeyim? Yaşadığım, öğrendiklerimle yanıma kar kalmalı. "Evlenmek" isteğinin temelinde de bu var. "Evlenmek" zaten öğretilmiş birşey değil mi? Evlenme kavramını bilmesen bunu yerine getirir misin? Hayatının sonuna dek güvende olmak istiyorsun işte. İyi de güvende olmak, bir insanı sevmek bu mu acaba gerçekten?

Mutsuzluğumun temelinde daha iyi şartlarda olmak varsa düşünüyorum. Harekete geçmeyip şikayet ettiğim sürece ne değişecek? Önüme milli piyango çıkacak olan tam bilet mi konulacak? Bu kabulleniş değil aslında. Ne zor şartlarda yaşayan insanlar var. Onlar geliyor aklıma. Ya sarılmak gerek yapılan şeye ya da etrafına bakmak "şartlarımı iyileştirecek daha ne yapmalı?" diye. Birçok insan kararlarını kısıtlı zamanlarda veriyor. Sevebileceğin insanı seçmek, yapacağın işi seçmek, gideceğin okulu seçmek gibi birçok şeyin kararını enine boyunda düşünmeden veriyorsak şikayet neyi değiştirir? Hayatımızı bu kısıtlı zamanlarda verilen kararlar yönlendiriyor zaten. Bir insanı seçiyorsun, o yöne doğru direksiyonu kırıyorsun ve o yolun sana gösterdiği tabelalarla ilerliyorsun. Bir işi seçiyorsun, onun istikametine giriyorsun, o yolda karşına çıkan fırsatları değerlendiriyor ya da diğer duraklarından geçiyorsun. Kararını sen veriyorsun zaten, sonuçlarını görecek veya değiştirecek olan da sensin. Kendi hayatının başrolüsün sen. Durmak istediğin yerde durur, istediğin yerde direksiyonunu kırarsın. Etafımızda yeteri kadar mutsuz insan görmekten sıkılmadık mı zaten? Neden bir de ben kendimi mutsuzluğa adayıp o güruh içine katılmak isteyeyim? Yeterince kalabalıklar zaten, bir de bana gerek yok bence. Tabi ki hissiyat denen şey var, tabi ki insanın büyük bir parçası hissiyat. Mutsuz olmamak için uğraşmak zaten robotlaşmak, tek tipleşmek değil ki. Büyük ihtimalle, Allah korusun beni şimdi işten çıkarsalar ben de eve dönüş yolumda içim çıkarcasına ağlarım herhalde.

Tek birşey var ki değiştiremezsin. Ölüm. Ölüm, "aman sevgilim beni terk etti, aman en iyi arkadaşım beni sattı" gibi bir kayıp değil. O insanı bir daha göremeyeceksin çünkü seninle aynı yerde yaşayamayacak. Canın istediğinde bi telefon açıp sesini duyamayacaksın. Bir mezar taşından ibaret olacak o kadar. İstesen de birşeyleri artık değiştiremeyeceksin. Pamela Spence ablamızın dediği gibi; "herşey boş aslında şu ölümlü dünyada, kalbimi kırma bir gün duracak nasılsa".

Çok uzun süre ben de farkında olmadan reddettim belki ama kendine karşı dürüst olmak gerek. Özellikle de kendin hakkında düşünerek konuşmak gerek. Yazımı, beni bunları düşünmeye iten yakın arkadaşımın aklımda uzun yıllar boyunca kalacağını düşündüğüm bir cümlesi ile bitirmek istiyorum. "İnsan denilen varlık çok büyük bir yalancıdır, çünkü en başta kendine yalan söyler".


0 yorum:

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 android. All rights reserved.
Blogger Template by