13 Mart 2009 Cuma

DT2.

Bugün buna karar verdim. Bence İstanbul'da en zor işi yapan adamdır DT2 şoförü. Kot taşlamaktan bile daha zor hatta o otobüsün şoförü olmak. Başka bi bilgi birikimleri, bi sabır taşlığı, bi çeşit kademeli eğitimleri, herşeyden öte sonsuz bir cesaretleri olduğunu düşünürüm DT2 şöförlerinin. Öyle ki, bi gün inerken müsaadesini isteyip alnından öpesim gelir. Lütfen küçümsemeyin kendisini. Kolay değildir her sabah kavga çıkan bi otobüsü temsil etmek. Kolay değildir her akşam mütemadiyen yoğun bir klorak kokusuna maruz kalmak. Her biri 100 kilo, sıkmabaş, zır cahil ve saygısız insanların bir otobüse toplandığı, başlarına da "şöför" adı altında "çoban" seçilmiş bir adamcağızdır DT2 şöförü. Yanlış anlaşılmasın cahilliğe asla sözüm yok, hatta tepkim büyük olur insanların küçümsenmesine ama saygı da okumakla edinilen birşey değildir neticede. Nitekim DT2 şöförü ne yapsa haklıdır, sesimi çıkarırsam neyim.

Anlaşıldığı üzere 2 aydır işime gelip gitmeye "çalıştığım" otobüstür DT2. Çoğu zaman ancak 3. geçen otobüse binebilirim. 10 dakikada bir geçmesine rağmen, her sabah muhakkak balık istifi şeklini alırız. Bi yere tutunmamıza da gerek yoktur, çünkü etrafımızdaki insanlar sıkışıklıktan zaten bi şekilde etten duvar olmuşlardır. Ha tabi onlar devrilirse domino taşı gibi biz de devrileceğiz o ayrı. Genelde Etiler, Ulus gibi zengin muhitlerinden geçtiği için bu otobüs, otobüsün hedef kitlesini de o civarlarda çalışan çay-temizlik işlerine bakan amcalar ve teyzeler oluşturur. Eğer dört teyze oturuosa o dörtlü koltuklar her sabah muhakkak bir altın günü edasında geçer. Bağıra çağıra konuşurlar, e bu da bi çeşit sabah eğlencesi tabi. Ayrıca durakta yüzünün güldüğünü gördüğünüz insanlar otobüsün daha ilk basamağına adım attığında birden evrim geçirirler, dünyanın en gergin insanı olurlar. Bu otobüsün böyle bi enerjisi olsa gerek. Ve yine bu yüzden olsa gerek, istisnasız her sabah birileri kavga eder. Ya arkalardan derin bir bağırma duyarsınız, ya önden bi kadın çığlığı veya yanıbaşınızda "ayağınızı aslında şöyle şu tarafa atsanız ben de kapıdan bacağımı içeri sokabilirim" ile başlayan "bi müsade edin de önce biz inelim" diye devam eden ve süre gelen kavgalar.. Her biri 100 kilo olan sıkmabaş teyzeler bu türün en gelişmiş örnekleridir. İstemedikleri zaman "görmez" ve "duymaz"lar. Mesela birisine yer verirsiniz, sıkmabaş teyze hemen koca kıçının bir lobunu aslında başkasına vermiş olduğunuz koltuğa yapıştırır. Yüzüne bakarak başkasına yer verdiğinizi söylersiniz ama ne gerek vardır ki buna, teyze çoktan şalterini kapatmış, mavi ekran vermiş, nedense birden sağır olmuştur.. Bilirsiniz, şu yeşil teknolojik otobüsler kapıları kapanmadan hareket edemez, kilitlenirler. Bilmiyorsanız da öğrenin. Sonra insanlar o gariban şöföre bağırıyor neden hala duruyoruz kaptan diye.. Ama yurdumun bu teyzeleri bunu bildikleri halde bilmemezlikten gelir. Ya da yeni bir deney peşindedirler. Zaten kapı önünde hali hazırda bulunan insanları görmezler. "Görünmez miyim acaba?" diye kendinizi kontrol etme ihtiyacı duyarsınız çünkü çoktan üstünüze çıkmıştır. Vücudunun yarısı dışarıya taştığı için o kapı kapanmaz, otobüs gitmez. Bir kişinin yarı bedeni dışarda olduğu için otobüsteki yüzlerce insan o teyzeyi bekler. Teyzenin aslında inmesi gerektiğini, bunun anlamsız bir zorlama olduğunu, kendi kendine söylenmelerle başlayan ve gitgide artan bağırmalara dönüşen şekilde kendisine anlatmaya çalışsalar da teyze bunları duymaz, duyarsa da ne söylediğini asla anlayamadığınız, anlamak için decoder gerektiren bir dilde bağırarak yüzlerce insana karşı savaşabileceğini gösterir. Kurbanını seçer, üstüne çıkar, kapı kapanır, otobüs yoluna devam eder ama altındaki kişinin akıbetini sormayın. Sorsanız da zaten şizofrene bağlayan teyzeye göre orada birisi yoktur. Çoğu zaman bu teyzelerin kocalarını düşünürüm, içim acır..

Ayrıca bu otobüste kendinizi enayi gibi hissetmeniz de kuvvetle muhtemel. Binmek için orta ve arka kapıyı kullanan güzel ülkemin güzel insanları bedavaya giderler çünkü. Alnından öpülesi şöförümüz her ne kadar "AKBİİLLL" diye kendini yırtsa da boşuna bir yırtınmadır bu. O akbiller gitmez. Gerçi akbillerini gönderen nadir insanların da zaten akbilleri bi daha geri gelmez. Akbil hırsızları tarafından seçilmiş sabah kurbanlarıdır onlar. Her sabah hırsızlık suçunun işlendiği bir otobüsün şöförü olmak da zordur tahmin edersiniz ki..

İşte ben güne böyle başlıyorum.. Yazımı da bugün yine otobüsten kendini atarcasına inebilmeyi başaran ve sonra da bize dönüp "Allah kurtarsın" diyen amcaya ithaf ediyorum. DT2 şöförlerine de ısrarla psikolojik destek, fun club, yıpranma payı, erken emeklilik talep ediyorum..

1 yorum:

Zeynep Tokmak dedi ki...

senin gibi yazabiliyor olsam şimdi kitabım basılıyo olurdu!!

Yorum Gönder

 
Copyright © 2010 android. All rights reserved.
Blogger Template by